13 Eylül 2024 Cuma

Bizi Sevenleri Üzmeyelim Baba.



Kafam berrakken, ruhum çözelti gibi. 

Sürekli bir çay kaşığı kafamda çalkalanıyor.

Açılın Da Bi Hava Gelsin!



Bir derdim, ortaya kusmak istediğim bir şey var. 

Kafam karışık ve lafa nasıl falso vereceğimi bir türlü bilemiyorum.

Geçen gün Byung- Chul Han'ın '' yorgunluk toplumu'' nu okurken bazı şeyleri ucundan kıyısından yakalar gibi oldum. 

Bu modern çağda ne kadar yorgun olduğumuzla, bu aşırılığın bizi ne kadar takatsiz bıraktığıyla ilgili bir şey.

pornografik bir yorgunluk bizimkisi. 

Aşırı olan her şey pornografiye dönüşür ve pornografi insanı yorar.

yorgunuz. etrafımızdaki bu narsistik pornografiden, bitmek tükenmek bilmeyen reklam ve tüketim pornografisinden, hamaset ve başarı pornografisinden...

yorgunuz. düşüncenin yerini sloganların, haberlerin yerini manşetlerin; dakikaların yerini bitmek tükenmek bilmeyen instagram reelslerin almasından.

bu çağın; bizi özgürleştirmesi ve daha demokratik kılması gerekiyordu ancak geldiğimiz yerde hayatının her anına neden dahil olduğumuzu bilmediğimiz binlerce hayattan, birbirinin aynısı milyonlarca fikir ve sesten, mercimek çorbasının bin bir tarifinden ve yavru kedi videolarından başka bir şey yok.

Her gün bu aşırılığa maruz kalan bizler ne kadar dinç kalabiliriz?

Derdim fazla slogan atıp ses tellerimi bozmak değil de biraz açılın da hava gelsin be kardeşim!

Kaygılarımla,



8 Eylül 2024 Pazar

O...

 


Saçları ne renkti, asla tam olarak bilemedim.

Onunlayken bilmediğim çok şey vardı, bildiğim de.

Gülüşünün güneşli bir pazar günü kalkılan kalabalık kahvaltılar gibi hissettirdiğini, bilirdim. 

Onca insan, onca hayat, içim kıpır kıpır. bilirdim.

Kapısına gelince elimde şarap, mutfakta olurdu. Zili çalınca giriş kattaki evinin penceresinden çaktırmadan bakardım. Koşarak gelirdi kapıya her defasında. bilirdim.

Onun kendinde çirkin bulduğu bütün her şeye tepeden tırnağa aşıktım, bilirdim. 

Kocaman ağzına, dudağının kenarındaki bene, omzunu kaplayan güneş lekelerine, hafif kırık burnuna, çok kötü şarkı söylediği anlara daha da kötü dans etmesine, sincap parmaklarına, içince uykusunun gelmesine, bilirdim. 

Denizi, kumu ve güneşi severdi, bilirdim. 

Ayçiçek tarlalarına benzeyen sarı gözlerini, bilirdim. 

Topuzun en çok onun saatlerce öptüğüm ince boynuna yakıştığını, bilirdim.

her şeyin renginin ve sesinin onunla değiştiğini, bilirdim.

Bu hayatın iniş ve çıkışlarla dolu olduğunu, bilirdim. 

Şimdi yani ondan sonra...

birazdan gece olacağını ve her sene sonbahar oldukça yüzünü hatırlayacağımı, bilirim.

Tefrika: Çağdaş Yenilgiler Ansiklopedisi- Bölüm 1-Yarım Hikayeler, Ali'nin Babası

 Başlangıç:

Büyükdedesi Molla Necdi Efendi'nin Edirne'de üçüncü eşi Nafiye'nin kırığı Kılçık Seyfi tarafından öldürülmesinin tam 53. yılında yine Edirne'nin üç yüzyıldır bilinen adıyla Horozlubayırı'nda; bir dönemler Ermeni ustaların nakış nakış işlediği, eskilerin cihannümalı dedikleri iki katlı bir konakta horoz çükü kadar bir oğlan doğdu. Alkolik babasının, doğumun 8. gününde bildiği tek sure olan sübhanekeyi okuyup kulağına üflediği votka kokulu ismiyle Ali, çok sonraları Çağdaş Yenilgiler ansiklopedisinde geçen daha da mühim ismiyle yine Ali... 

Ali'nin hikayesi henüz 9 yaşındayken, babasının Haydarpaşa'ya bakıp '' bir ben mi battım lan sana, İstanbul '' diyerek bulduğu ilk trene atlayıp sırra kadem bastığında başlar. Yine bir gece yarısı taşranın birindeki postane santralinden aranılıp gaip babanın mefta babaya dönüşmesi de kendisi için bir başka önemli güne düşer. 

Ali'nin babası değişik bir adamdı, büyümeyen adamlardan. Sesi derinlerden, diyaframına ordan ciğerine vura vura gelirdi. Sesi kulağa çalınmadan da alkol partikülleri burnuna çalınırdı. 

Mesleği olmayan, işi bir türlü rast gitmeyen çocuk adamlardandı babası. Ali onu hep üç ay süren berberliği ile hatırladı. Koca Mustapaşa' da Çınar karakolunun hemen karşısında dükkan sahibine ortak çıkıp, bir koltuk kapmıştı. 2 liraya kestiği 5 liralık tıraşlara, dükkanda kurulan çilingir sofralarına katlanan dükkan sahibi, baba beyin kendisine bahşiş vermeye kalkışan müşterinin birini '' sen bana bahşiş verecek adam mısın lan '' diyerek mahallenin ortasında usturayla marazlamasıyla ortaklığı bozmuş, baba beyi kapının önüne koymuştu. Çok sonrasında nasıl olduysa babası, sabah çıkıp akşam elleri kolları dolu bir şekilde eve gelmeye; mahallede üzerine çektiği jilet gömleklerle cakalı bir şekilde kamburundan kurtulup dolaşır hale gelmişti. Uşşaki caminin altındaki kahvede haftasonları 3-4 parti kağıt oynattığı öğrenilmişti de böylelikle cilasının dumanı üzerinde kunduraların, üste başa çekilen jilet gibi partalların sırrı ortaya çıkmıştı.

Çok az anı kalmıştı Ali'nin aklındaki babasıyla ilgili. Aralarındaki iki insanı birbirine bağlayan sevgi ve vicdan duvarının sınırı, babasının sarhoş eve geldiği bazı akşamlarda Ali'yi uyandırıp getirdiği şekerleri ve gofretleri Ali'ye zorla yedirmesiyle son buluyordu.  Şimdilerde doğumun üzerinden geçen 37 senede artık yüzünü bile net hatırlayamadığı babasından geriye kat karşılığı müteahhite verilmiş Edirne'de bir arsa, alzheimerli bir anne, Florya'da menekşe plajında çekilmiş polaroid bir fotoğraf, kronik gastrit ve alkolizmin şerefli bayraktarlığı kalmıştı. 

devam edecek.... sayfa 1-2